İpin ucu kimin elinde -3?

Âgâh olun ki doğum-ölüm, inşa-imha ile yokla var arasında  göz kırpar dünya.
İp, yılandır; gökyüzü, mavi… Aldanmak için görünürdeki sebepler geçerli.

Ve ‘O’ olan kendi öz-benliğinize dair gafletiniz yüzünden birer illüzyon olan rüyalar gibi

Tıpkı ipin, ip olarak tanınmamasının, yılanın ortaya çıkmasına yol vermesi/destek [adhara]
ve zemin hazırlaması/temel [adhishthana] olması gibi.

Siz de öz-Benliğinizi tanımadığınızda dünyayı bu temel üzere inşâ ediyor ve bu dünyayı ayakta tutan destekler oluyorsunuz.

Yılanın gerçek olmadığının görülmesinin ardından gelen, “bu bir ip” tanımlaması şimdi daha sinsi bir yılan yarattı:
İpin altında yatan genel ‘BU’ kavramıyla karışmış olan bir ‘BU’ kavramı.

Benzer şekilde gerçek-dışı (hayal) dünyada da Öz-benliğin altında yatan genel varoluş kavramıyla karışmış olan bir ‘O vardır’ kavramı bulunur.

Dünyânın gerçekliği tıpkı loş bir ışıkta görülen halka şeklinde kıvrılmış bir yılan görüntüsü gibi…

Nasıl ki gerçek ipin bilgisi (marifetullah) hayâli yılan kavramı ortadan kayboluncaya dek belirmiyorsa, evrenin üst üste bindirilmiş çoklu görüşü bırakılmadıkça Hakikat’in görüşü bilinmez, birlik zevki tadılmaz.

[R. Maharshi zevkiyle]


Dünya içimde doğduğunda
Sadece bir yanılsamadır:
Güneşte parıldayan su,
Sedefte bir gümüş damarı,
Bir ipte yılan var sanması.

Dünya benden akıp gidiyor
Ve yine bende çözülüyor,
Bir bilezik eriyip altına,
Bir çömlek toprağa dönüşüyor,
Bir dalga suya dönüşüyor.
[A. Gita 2: 9-10]

İlkin yılanı ezberledim korku başlığı altında:
Yılan, yılan, kara-yılan…

O kadar tekrar ettim ki tetikteyim, hazırım bekliyorum artık.
Hayır hayır aslında yılanı değil korkmayı…

Bir hayâlet
Bir kez avlanana dek
Defalarca avlanır
Yılanla defalarca karşılaşıyorum

Olacak gibi değil
Artık yoruluyorum korkmaktan

Yılana değil korkuma çeviriyor bakışlarımı bu yorgunluk

İkinci el idraklerle
Körü körüne yoklayarak değil
Kendi doğrudan deneyimle
Bakar bakmaz bir idrak kamaşması

İçerden dışardan ışık vuruyor
Ve ip birden ip olarak görülüyor

Ama nasıl bir görüş
Gören de o ışıkta yıkanıyor

Ben ben ben…
Düşüncelerim, duygularım, anılarım, kayıplarım, günahlarım, başardıklarım, hiç sevmediklerim ve çok sevdiklerim…

Ben olma alışkanlığım
Başka türlü göremiyorum
Görülmeyi görülmeyi

Örüle örüle yumak olmuş beni çözmeyi aklıma bile getirmiyorum.

Sonra bir fırtına esiyor,
Ezberim bozuluyor,
Benim sandığım evim yıkılıyor,
Ama öyle bir yıkılma ki gıkım çıkmıyor

“Ohh iyi oldu” rahatlığında
Tastamam edilgenim
Eden ben değilsem
Etmeyen de ben değilim

O yumağı çözüp, sarıyorum başa

Bir genişlik, bir hafiflik, kuş gibi uçuyorum.
“Ben sandığım meğer yoğ imiş; bana öyle gelmiş” deyip
İpimle çorap örüyorum.

Artık nasıl sökülür biliyorum
Güneşin battığı yok nasıl olsa
Işıkla yıkıldı, yıkandı ne varsa

Yerin göğün nûru bir ışık sağanağı

Bu ip, bu ben, bu da Allah…
Çok yakıştı maşallah sana bu çorap


İpi yılan zannetmeye yatkınlığım yok mu?
Meğer ipi, ip olarak görmeyi bırakmam için
Sahnesi geldiğinde parlayan
Işıktan bir anahtar olarak tasarlanmamış mı?

Olanlar oldu
Buldum ise ne oldu
Bulan O oldu

Sonunda ne mi oldu?

Yılan alkışlanmadı
Sahnede sadece ip rolünü oynayan vardı.
Oyun ödül aldı.

Hepücüğü oyuna dahildi
Evet O da…

Hele bana şöyle geldi bir göz açıp yummuş gibi
Hele bana şöyle geldi şol yel esip geçmiş gibi

Acem bir nefesle dağılmadan önce şöyle buyursunlar:

Uzayan ipin diğer yorumları

İpin-ucu-kimin-elinde-1

İpin-ucu-kimin-elinde-2

Sekine: Koşulsuz Güvenlik Hissi

“KOŞULSUZ GÜVENLİK HİSSİ”
Erişkin manevî dinleyiciler için doğrudan bir seyir önerisi

Olayların bize öğretebileceği şey şu: düşmek ve ağırlığımıza sabırla güvenmek.
Hem bir kuş bile uçmadan önce bunu yapmak zorundadır.
[R. Rilke]

Mâdem öyle andık adını “sekîne” kadehi ile başlayalım açılmaya…

Sâkinlik, sükûnetle iç huzûruna kavuşma, “gönül rahatlığı” diye-biliriz.

Biraz daha incelince beşerin yüzünü, insana çeviren akort bu fikrimce:

Zihni arınıp Sekîne’ye akord olan insan erer
Manâ âlemine geri döner, gaybı bir bir derer

Bozulmaz bir huzura açılan kapısız kapıdan geçmek için, cümlenin devamını okumalı, büsbütün selâmet bulmalıyız:

Kapsan da bizi sefînemizden
Gitmez bu sekîne sînemizden

Vallâhu yed’û ilâ dâri’s-selâm…
[Yunus:25’den]

İşte selâm yurduna apaçık bir dâvet
Aşk ile birlikte buyuralım şimdi icâbet

Çağıran kim?
Yeminle Allah

Çağırdığı ne?
Selam yurdu

Nefeslenerek, selâma selâm vererek yürüyelim:

Es-Selâm: Beden ve tabiat kayıtlarından, tehlikeden, her boyutun kendi kayıtlarından selâmet ihsan eden, yakîn hâlini bâtından zâhire geçiren

Ölümcül bir alışkanlıkla “isimler” bizi aldatmasın aman, şeylerin göründüğü gibi olmadığı hayal perdesinde…

Zira bir Selâm’ın dalga dalga yayıldığı “Selamet Yurdu” öyle işin sonunda varılacak bir mekan değil, bir makam, kendince hissiyatları, hassasiyetleri olan bir makam

Selamet yurdu: Kayıtlardan berî, bağlardan azâde, hakikatimize bahşedilmiş imkanlarla, varlığın büsbütün akışı olan yaşam boyutu, “cennet” desek olmaz mı? Dur hemen etiketleme, sonra yapışıp kalıyoruz, yerimizde sayıyoruz.

Her an solunan nihâi ve koşulsuz bir güvenlik, eminlik hissi…

Aslında bu tam emniyeti duyar duymaz böylece hissetmek, bu yazının devamındaki sebepler zincirini ve işin mantığını kavramaktan çok daha mühimdir.

Bu sezgi için kelimeleri anlamak, kavramları çözmek lâzım değil çünkü anlamak, zihnin mantıksal ülkesinde gerçekleşir.

Oysa kendi varlığımızın koşulsuz güvenliğini doğrudan hissetmek, tüm muhakeme ve anlayışın doğrudan aşılmasına, koşullanmış, daralmış zihnin tam açılmasıyla eşdeğerdir.

Peki nedir bu “Nihâî ve Koşulsuz Güvenlik”?

Doğrudan târifi oldukça güç ama bir metafor olarak “anne kucağındaki bir bebeğin hissiyâtı” veyâ “okyanusun kucağında bir dalga” diye-biliriz.

Tehlikede olduğunuzda, gerçek varlığınızın kayıtsız şartsız güvende olduğundan emîn olarak, bedeninizin kendiliğinden ve doğal olarak müşkül durumlarla başa çıkmasına izin verebilirsiniz.

Kendini gerçekleştirme derdindeki talipler için felsefe ve din pencerelerinden bakılınca, böyle bir koşulsuz güvenlik açıklığının seyri mümkündür.

Her ne kadar dîni bir söylemle “Allah’ın lütfu ve inâyeti” kavramı, tanrısız dinlerde farklı bir kavram olarak “Sükûnet” kullanılsa da aslında her ikisi de aynı koşulsuz güvenliğe yani görünenin ardındaki kaynak olarak Kend’ÖZ’ümüze işâret ediyor.

Koşulsuz güvenliğin doğrudan bilinmesi bir sebep-sonuç mantığı zincirine dayanmaz.

Bu bilme rasyonel açıklamalara filan da ihtiyaç duymaz.

Bu, tüm nedenlerin ve rasyonalitenin üzerinde olan doğrudan bir duygudur ve bilmek, anlamak değil “hatırlamak” yeterlidir.

Kelâm-ı Kadîm’de çokça tavsiye buyrulan “Zikrullah” emri bu zevkle yeniden okunabilir.

Bu biliş hissedildiğinde, tüm enerji alanı bu anlayışla yeniden hizalanır ve mucizeler kendiliğinden  ve otomatik olarak açığa çıkar.

Enerjiniz, evrenin tüm yaşamınız boyunca sunmaya çalıştığı frekansla doğrudan uyum içinde titreştiğinde, akış içinde yaşamaya başlarsınız ve mucizeler gerçekleşmeye başlar.
[P. Desai]

Dolayısıyla bir mucizenin gerçekleşmesi için dua etmek yerine, nihai olarak ve koşulsuz olarak güvende olduğunuzu hissetmek ve bunu tam hatırlamak yeterlidir.

Mucizenin gerçekleşmesi için dua etmek pek etkili olmayabilir zira böyle bir dua zihnin:

“Şimdi güvende değilim ve kurtarılmaya ihtiyacım var…”

şeklindeki yanıltıcı varsayımını yansıtır.

Hayır, risk altında olan “ben” diye bir şey yoktur ve dolayısıyla bir kurtarıcıya da ihtiyaç yoktur.

Şimdi şöyle biraz geriye yaslanıp seyre dalalım…

Bir film izlediğinizde, öyle bir sahne gelir ki ekrandaki kahraman büyük bir tehlike içindeymiş gibi görünür.

Her ne kadar filme kendinizi kaptırmış olsanız da böyle bir sahneyi ciddiye alır, sinemadan çıkar mısınız?

Elbette hayır… Pekâlâ biliyorsunuz ki “ekrandaki kahraman” aslında bir kahraman değil, enerjik ışık piksellerinden oluşan bir ışık desenidir.

Yani, bu “kahraman ve tehlike” bir uydurmadır, mind-made bir kurgudur.

Dünya perdesinden dönen günlük yaşamda, tıpkı beyaz perdedeki “kahraman” gibi “ben” de tehlike veya sıkıntı içindeymiş gibi görünse bile filmdeki durum ve olay gerçek durum ve olay değil, tamamen BENLİĞİN sonsuz parıltılarından oluşan, geçici enerji kalıplarıdır.

Tüm olay örgüsü bir görünüşten ibârettir ve dünya perdesinde şeyler göründüğü gibi değildir.

Böyle bir keşif, otomatik olarak muazzam bir koşulsuz güvenlik hissini serbest bırakacaktır.

Koşulsuz güvenlik hissi, tüm enerji alanınızın otomatik bir titreşim olarak, doğduğumuz kaynakla yeniden hizalanmasına neden olur.

Burada kelimeler vâkıânın inceliğine karşı kalın düşüyor, farkındayım…

Ne demek istiyorum?

Mucizenin sizin onu dilemenizden kaynaklanmadığını söylemek istiyorum.

Mucize, varsayılan olarak kayıtsız şartsız güvende olduğunuzu anlamanız ve bu güvenliğin çaba sarf etmeye ve düşünmeye gerek kalmadan zaten verilmiş olduğundan ve doğal olarak alınabileceğini kesinkes keşfetmeniz sâyesinde açık bir kabulle gerçekleşebilir.

Böyle bir güvenlik hepimize bahşedilmiş ama çoğumuzun farkında olmadığı doğal imkânımızdır.

Gelin bazı misallerle biraz sulayalım buraları…

Misal yollu masallar…
Öyle ya uyanana dek bitmez büyüklere masallar

Meselâ dünya perdesinde kötülük hep gösterimde ya, yeni bir sahne de biz açalım:

Naziler tarafından zorla gaz odalarına tıkıldığınızı ve kapıların kilitli olduğunu varsayalım. Odanın içine habire zehirli gaz püskürtülüyor. Zihin, size ölümünüzün yakın olduğunu söylüyor ve muazzam bir korku pompalıyor.

Birdenbire bu sahnenin, film ekranında yanıp sönen veya rüya deneyiminizde gelip geçen bir kurgu olduğunu fark ediyorsunuz.

Du bakalım n’olcek…

Görünüşte şahsen olay örgüsüne katılırken zâten, tamamen sahnenin dışında olduğunuzu keşfediyorsunuz.

Diğer insanların feryâd u figanlarını, zârı zârı ağlamalarını ve çığlıkları duyarken, birden bütün bunlar artık acıdan gelen çığlıklar değil de kendi ışıldayan enerjinizin ilahi titreşimlerine (nûr-u ilâhî) dönüşebilir.

“Yerin göğün nûru benim” mi duyuluyor ne…

Evet, bir beden hâlâ acı çekiyor ve hatta ölüyor, sahneden çekiliyor gibi görünüyor ancak “bedenin” ve “acının” gerçekliği, tüm varlığınızı büsbütün saran sonsuz parlak ışığa döndüğü noktaya kadar azalıyor, azalıyor, âkıbet nûr’a dönüşüyor.

“Yerin göğün nûru O’dur” duyulmakla kalmadı şimdi olan o oldu
[Nûr:35 zevkiyle]

Hayallahım neler oluyor böyle?
N’olacak kendi mucizenize tanık oluyorsunuz…

“Şehidallahu ennehu la ilahe illa hu”
Kendi birliğine kendi şahitliği duyuldu
[Âl-i İmrân:18’den]

Ve mucize, vücudunuzun, mucizevi bir şekilde kurtarılmasında değil…

Mucize, tüm senaryonun artık zihnin yorumladığı sözde “insan acısı” olmaktan çıkmasında…

Bütün mucizeler algıda bir değişimi gerektirir.
[H. Schucman]

Birdenbire aslında hiçbir zaman bir bedene sahip olmadığınızı keşfedersiniz, artık yaşam ve ölüm hâli arasında ayrım yapamaz hâle gelirsiniz, bütün sınırlar bulanıklaşır, bütüne ulaşılır.

Hissettiğiniz tek şey, koşulsuz bir neşeyle uğuldayan ve titreşen sonsuz ışıltılı enerjinizdir, ışık ışığa dönmüş ve “nûrun âlâ nûr” olmuştur.

İşte daha ilk nefeste bahsettiğim “koşulsuz güvenlik” hissi budur.

Sözde ölüm karşısında bile,
KENDİMİZ OLAN sarsılmaz güvenliğe dalmışızdır.

Ko ölmek endîşesin
Âşık ölmez bâkîdir
Ölmek senin ne’n ola
Çün cânın ilâhîdir
Ölümden ne korkarsın
Korkma ebedî varsın
[Y. Emre’den]

Gerçekten “ölüm” var mı?

Pek değil….

Öyle olsa kitap, SİZ ÖLÜRSÜNÜZ buyururdu
Ama “ölümü tadıcı olmak ve aslına dönmek” gibi bir zevkten bahsediliyor.
[Ankebût:57’den]


Vâkıâ ölen şey aslında hiç doğmadı.

Olan tek şey,
Bir TV kanalından diğerine geçiş gibi
KEND’ÖZÜmüzün enerjik etki kalıplarının bir bir değişmesidir.

Cenâbı Yunus dilinde
“Bizi kaptan kaba koyar” diye çağrılan koku budur.

Şimdiye dek saçılan bütün bu hikaye damağımızda nasıl bir zevk bıraktı

Sen aslında sonlu-sınırlı bir kişi değilsin.
Sen aslında bir ruh değilsin.
Aslında bir bedene de sahip değilsin
Geçmiş “yaşam” dediğin hayat hikayesi,
Öz-geçmiş aslında bir yaşam değil

Hem ÖZ olan geçmez…

Bütün hikaye, kendi ışık enerjinizin (nûr) dünya perdesindeki asılsız bir gösterisidir.

Sen aslında yalnızca
Sonsuz Işıldayan Enerjisin
(Ve her şeyin aslı En-Nur)

Nihayet bir diğer işaret yansıyor perdeye:

Arz (Yeryüzü), Rabbinin (Evirip çeviren) nûru ile parıldamış, açığa çıkmış…
[Zümer:69’dan]

Enerji, enerji deyip duruyoruz ya
Bu enerji, Fizik derslerinde öğrendiğiniz sıradan bir fiziksel enerji değil, kudret-i ilâhî, sınırsız olan Sonsuz nihai bir Zekadır.
(Akl-ı küll)

Enerji ve Maddenin Sonsuz Oyunu
Gel gelelim ilahi komedyaya…

Siz, aşkın zekanın kendisi olarak, kendinize şaka yaparak kendinizi kandırmayı seviyorsunuz ve kendi kendinize oynadığınız bu tür komik şakaları kendi yüzlerinizce sahnesi geldikçe keşfetmeyi, tanınmayı seviyorsunuz.

Ciddi ciddi görünen bütün bu “hayat” ve “geçmiş tarihler” dün gece rüyanızda deneyimlediğiniz gibi sadece bir oyun ve eğlenceden ibarettir.

Kitabın işareti de bu yönde değil mi?

Dünya hayatı sâde bir oyun, bir eğlence
Bir süs, bir gösteriş, aldanıştan başka ne…
[Hadîd:20’den]

Aslında hiçbir sahneyi anlamanıza bile gerek yok. Bu zevke göre maneviyat temrinleriniz bile gereksiz.

Yapmanız gereken tek şey, var olan her şeyin siz olduğunuzu ve ne olursa olsun, “koşulsuz olarak güvende olduğunuzu” tam biliştir.

(Bunu sınamaya kalkarsanız zihin perdesinde dönen filme düşer ve o perdenin kanunlarına göre yargılanırsınız)

Ve Varlığın Sevinci’nin dilinde
“Efela abden şekûra”

Ya ben şükreden bir kul olmayayım mı?
Fakr
Hamd
Kullluk

Olanın farkındalığı içinde
Gizli hazinemizde ne varsa
Gün-yüzüne çıkmasının
Güzellikle şahitliği

Bir demin şükrü az devlet midir yâ hu?


Bundan sonrası zevkin ziyadesi
Biri sayarsan bin idesi

Ama deli gönül kelâm etmek, muhabbetle bir masal daha anlatmak diler

Mâdem sabırla buraya dek okudunuz, canımızdan okumaya devâm…

İmdi yine misal yollu diyelim ki

Uzak ülkelerin birinde
Vahşi doğada
Pek ıssız bir yerde, karanlıkta kayboldunuz.

Etrafınız bir grup aç kurt tarafından kuşatıldı, tüm o korkunç gözler size bakıyor ve canavarlarca her an canlı canlı yenilebilirsiniz.

Birdenbire iyi kurulmuş tüm bu sahnenin sizin ilahi enerji titreşimleriniz olduğunun farkına varırsınız, bunun farkına vardığınızda, onca hareketin içinde, üzerinize muazzam bir sâkinlik yağar (sekine) ve güvenlik hissi çöker, huzur bulursunuz…

Sonra Allah, Rasûlü’nün üzerine ve inananların üzerine sekinetini (yakîn nuru, itmi’nan, sükûnet) inzal etti
[Tevbe:26’dan]

İmanlarının kat kat artması için, inananların kalplerine sekine (sükun, güven duygusu) indiren O’dur..
[Fetih:4’den]

Evet, kurtlar her an üzerinize saldırabilir, ne olmuş yani!

Kurt da onun
Bu beden de
Birini birine yedirmekse muradı kime ne!

Tüm varlık KENDİNDİR, kurtlar bile sizin kendi enerjik etkilerinizin görünüşteki kalıplarıdır, kendi eseridir.

Öyle göründüğüne bakmayın
Onlar aslında “kurt” değiller
Onlar KEND’ÖZÜNÜZün etkileridir.

Her yüzümüzden kendimizle başka cilve eyledik
Her renkte görünen biz idik böyle murâd eyledik
[S. Yahya Dede’den]

Neden sonra sakinleşir, gevşer ve kendinizi tamamen serbest bırakırsınız.

Tâ böylece sâkin olduğunuzda ve kendinizi koşulsuz olarak güvende hissettiğinizde, tüm olay örgüsü, kölenin efendisinin ayaklarına kapanması gibi ayaklarınıza kapanıverir.

Kabul aynasına, kabul yansıyacaktır.

Mevlâ’mız bir
Çünkü MEVLÂ
Arapça hem efendi hem kul demektir

Tüm “durum” mucizevi bir şekilde değişecek ve ortada kurt kalmayacaktır.

Öyle ya zihin perdesi çözülünce film nerde oynayacak

İşte böyle
Mucize gerçektir
Ve mucize her andır

Ama aklı aciz bırakan mucizeler, korku ve çaresizlik içinde akılla istediğinizde gerçekleşmeyecekler.

Mucize kişi tarafından sipariş edilemez bilakis kişisel zihnin yanıltıcı varsayımları aşıldığında, kendiliğinden ve bağımsız bir şekilde olurlar, olur a…

Zihnin yorumlarını aşmak, artık korku ve dehşeti deneyimlemediğiniz anlamına gelmez, daha ziyade korku ve dehşet duygusunun, tıpkı rüyada olduğu gibi,  asılsız hale geldiği, tamamen yanılsamalı bir maddesizliğe indirgendiği anlamına gelir.

Mucize sizin dışınızdan gelmez.
Bir mucize sizin KENDİ öz doğanızdır.

Mucizelerin gerçekleşmesini engelliyor gibi görünen şey, sanrıların “gerçeklik” olarak ciddiye alınması yani zihnin yorumunu yanıltıcı bir şekilde salt gerçekler olarak kabul edilmesidir.

Aman ha unutmayalım:

– Şimdi var olan tek şey sizin KEND’ÖZÜNÜDÜR
– Var olmuş tek olan tek şey, sizin KEND’ÖZÜNÜDÜR
– Var olacak olan tek şey, her şey yine sizin KEND’ÖZÜNÜDÜR

Fihi ma fih: Ne varsa bu OLANIN içindedir.

Kayıtsız şartsız mutlak ve tek varlık olduğunuzu bildiğiniz için
“Oldu, oluyor, olacak” gibi fikirler anlamsız hâle gelir.

Zamanın, geçmişin ve geleceğin sadece görünüşten ibaret olduğunun farkındayız artık.

Gerçi enerjik kalıplar halinde, zaman içinde, durmaksızın ilerliyor gibi görünüyorsunuz ama gerçekte en ufak bir değişiğe uğramazsınız.

Yani zamanda geçen her şey gibi ilerleme de tam bir yanılsamadır.

Sonsuz ışıldayan enerjinin kendisi olarak

– Ölemezsiniz ve doğmazsınız
– Asla başlamazsınız ve asla bitmezsiniz
– Asla kazanamazsınız ve asla kaybetmezsiniz
– Artmazsınız ve azalmazsınız.

Varalım kitaba müracat idelim ve miraç sonrası inen Ayetel Kürsi’yi aşk ile bir daha dinleyelim…
[Bakara:255’den]

Asla gelmezsiniz ve asla gitmeyeceksiniz.

Ve sen incinemezsin çünkü her şey KEND’ÖZÜNDÜR
KENDİ KENDİNE nasıl zarar verebilir?

Böyle bir “incinme” varsayımı da anlamını kaybeder dolayısıyla mağduriyet hissi de bir yanılsamadır.

Her ne kadar buraya kadar anlattığım hikayeleri, görünüşte ölüm kalım durumlarında yani hayat memat meselesinde, nasıl muazzam bir güvenlik hissedeceğinizi tasvir için kullanmış olsam da…

Kendinizi güvende hissetmek ve kendinizi bırakmak için öylesi bir âna kadar beklemek zorunda değilsiniz.

Her türlü günlük durumda sarsılmaz koşulsuz güvenlik hissini fark edebilirsiniz.

Allahummahfazna
– Boşanma ya da aile bireylerinin kaybıyla karşılaşabilirsiniz, endişelenmeyin, koşulsuz güvendesiniz.
– İş kaybı ya da ilişki sonu deneyimleyebilirsiniz, merak etmeyin, koşulsuz olarak güvendesiniz.
– Hastalıklara yakalanabilirsiniz ama yine de koşulsuz güvendesiniz.

Musibet halinde duruş belli:
İnna lillah ve inna ileyhi râciun…
“Dön geri”
[Bakara:156’dan]

Hayatta anla yüklediğiniz ne varsa cümleten kaybedebilirsin, merak etmeyin, bu asla bir “hayat” değil aslında, olmayan hayata sen nasıl bir “anlam” vermek istemiştin ki!

O halde “hayata yüklediğiniz bidolu anlamı” boşverin, itminana ermek, mutlu olmak ve dopdolu yaşamak, pür neş’e olmak için, katma değerlere, ziyade anlamlara, katkılı kavramlara filan ihtiyacınız yok.

Böylesi koşulsuz bir güvenliği hissettiğinizde çok sakinleşeceksiniz.

Ama bu sükûnetiniz, beden adresinin durumlarla başa çıkmak veya sorun gibi görünen durumları düzeltmek için herhangi bir harekette bulunmayı bıraktığı anlamına gelmez.

Peki bu nasıl mümkün olabilir?

Dünya perdesinde, üç boyutlu bir yer tutucu olarak bir süreliğine giyindiğiniz bedeniniz aslında bir beden değil, “beden” kılığına giren Sonsuz Işıldayan Enerjidir. (Nur)

Gerisi zihniniz sessizleştiğinde gerçekleşecektir. Yükselen güneş dünyayı harekete geçirirken, sakin ve istikrarlı öz farkındalığın ışığı iç enerjileri uyandırır ve sizin hiçbir çaba göstermenize gerek kalmadan mucizeler yaratır.
[N. Maharaj]

Bu bir kez anlaşıldığında
Sözde “beden”, her türlü durumu otomatik olarak ele almak için sonsuz enerjinin iradesiyle hareket edecek; her duruma kendiliğinden cevap verecek, kendi hayatında kendi kudret ve iradesini kullanacaktır.

Öyle ki sizin bile olan olduktan sonra haberiniz olur…

La havfun aleyhim ve la hum yahzenun
Onlar için ne bir korku var ne de hüzün
[Yunus:62’den]

Hiç gam yemeyin boş yere…
Hayatta zorluklarla karşılaştığınızda, vücudunuzun bununla pratik bir şekilde başa çıkmasına izin verirken, koşulsuz güvenliğe dair hissiyatınız sarsılmaz sağlam kalenizdir.

(La ilahe, la faile, la mevsufe, la mevcude illa hu’ya geçiş)

Zihin mutlu olunacak hiçbir şey olmadığından şikayet etse bile, koşulsuz olarak güvende ve sağlam olduğunuzu bilirsiniz.

Böyle bir sükûnet, emniyet ve sağlamlık, “mutluluk” şartını gerektirmez.

Zaten böylesi “Mutluluğun” da canı cehenneme!

Aslında “mutluluk” diye bir duruma ihtiyacınız yok zira “mutsuzluğun” neye benzediğini bilmiyorsunuz.

Mutsuzluğu ortadan kaldırıp mutluluğu bulmaya çalışmak yerine, “mutsuzluk” kavramını, zihin tarafından hayal edilen yanıltıcı bir varsayım olarak görün.

Mutsuzluk hissini hikayeci zihnin bitmeyen hikayelerinden biri olarak “önemsiz” görebildiğinizde, ânında bu hikâyenin ötesine geçersiniz ve artık bu tür yanılsamalardan muzdarip olmazsınız vesselam

Güzer ez hîşten ez havf u recâ eymen bâş
verne ey hâce ki hestî be-tu âşûbter est
[Y. Fennî’den]

Kendinden (varlığından) korku ve ümitten geç de güvende ol. Yoksa ey hoca (efendi) varlık sana daha fazla kargaşa verir, dünyaya çeker.

Akınca güzel

Görünüş dünyasında hiçbir kesinlik yoktur. Her şey kesintisiz bir akış ve değişimdir. Öyleyse kendini tanımak isteyen biri hep bir akış, bir süreç olarak kalmalı; asla bir “şey” hâline dönmemeli.
[A. Kadrî]


İster yürüyor olun, ister uzanıyor, oturuyor, ister çay içiyor, ister pilav yiyor olun, aklın durmasına izin vermeyin, düşünce üstüne düşünceyi bırakın, tıkamayın yeter!
[T. Soho]

– Aklını boşalt ancak öyle rahatlarsın.
Bir kap ancak boş olduğu zaman işe yarar ❞

Evet ama zihin bir şey değil, daha çok bir yer tutuş eylemi olduğu için bardak gibi boşalmaz, boru gibi boşalır…

Boş bir boruda, akışı engelleyen hiçbir şey yoktur. İçinden akan şeyleri içermez, içerlemez onlara. Yakalanmadan, tutunmadan, filtrelenmeden veya direnmeden geçmesine izin verir, bir şey yaptığında değil yapmadığında makbuldür.

Akışkanlar dinamiğine göre, içinde sürekli bir akış olsa bile bir borunun boş olduğu söylenebilir zira içinden akan şeyi tutmaz ve bu akışın önünde ona engel olabilecek, tıkanıklığa sebep hiçbir şey yoktur.

Bir anda borunun içinde var görünen bir anda yok oluyor, bir daha kalmıyor, akış hiç durmuyor, boru geçene yapışmıyor ve oluyor işte…

Gökte bulut
Irmak yatağında su gibi
Perdede film
Damarda kan gibi

Geçiyor işte…

Şimdi borunun “içinde” bir şey var mı?
Eğer olsaydı akışı engellerdi

Akış kesintisizse
Ve boruda birikinti varsa
Tıkanıklık, düğüm
Bir yerde basınçla patlar

Al sana biyolojide embolik marazlar
Psikolojide travma üstüne travmalar
Kazalı yolda trafikte tıkanmalar
Paranın tutulduğu yerde buhranlar

Zira tıkamak zorlayarak araya sokmak demek
Celâliyle tıkananları bir bir temizleyecek

Zira bir kanal, bir boru yalnızca boş olduğunda faydalıdır.

Biteviye bir akış
‘Işk akışı
Aynı anda doldurulup boşaltılıyor

Doldurma ve boşaltma, akış açısından özdeş ve ayırt edilemezdir

Boşaltmasını bilmek
Estağfirullah
•••
Elhamdülillah
Olanı fark etmek

Ne boşaltan ne bilen bulunmaz
Nasıl bir hayret, aman ne saadet

Hayat sürekli bir akış ve her görünüm, her an yenilenen bir girdap; bir sonraki akışla tâzelenen, her seferinde yeni…
[A. Kadrî]

Hayatla akış…

Şimdi burada olan diridir ve bu sırra dokunan dirilebilir

Tam şu anda burada ol
Hem başka nerde olabilirsin ki?

Başka yerlerde ölü olmayı bırak ve yaşamaya başla, yaşayana döndükçe daha çok durum daha az sorun olduğunu görecek ve şaşıracaksın…

Çünkü artık senin boşluğun çiçek açıyor ve yaşıyor, sorun çıkaran yoruma yer yok. Tutarak, tutunarak şahsen yalnız yaşadığında yani zaten yaşamadığında damarlarında akan aynı kudret tıkanır, donar, katılaşır ve acılaşır.

Cemâliyle bir çiçek hâline gelecek, kokusunu salacak, meyveye duracak o kudret tıkanır.
Ve tomurcuklanmasına izin verilmediğinde kalpte bir diken halini alır; acır ve acıtır; celâl diye görünür…

Oysa kudret o aynı akışkan kudrettir, celâliyle cemâliyle bir zevktir.

Katı bir saplanış, ölüme varan yoldur
Esnek bir bırakış, hayatla akan yoldur
[Abdal Kadrî]

Bu sırra secde eden âşık, akışkandır; akıştandır…

Akışına güzellikle izin ver, direnen kalmayınca geçiyor işte…

Göz kırpmak kadar kolay
Bırakırsan geçecek
Nefes gibi bir olay…